12 Aralık 2018 Çarşamba

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Türkiye Ekonomisi (1950-1980)

1944 yılında ABD’nin Bretton Wood’s kasabasında toplanan bir konferansta yeni liberal düzen tartışılmaya başlandı. Bu konferansta serbest ticareti özendiren, uluslararası ticareti destekleyen ama uluslararası sermaye hareketlerini denetim altında tutacak bir düzen hedefleniyordu. Bu düzenin merkezinde şüphesiz ki Amerikan dolarını baz alan sabit kur rejimiydi(Altın standardı).  Aynı zamanda, bu toplantıda uluslararası bir para fonu(IMF) ve bir dünya bankası kurulmasına karar verildi. Tabi bu sıralarda ülke ekonomisinin geleceği için birçok iktisatçının görüşü vardı. Bunlardan biri ve en önemlisi Keynes’in görüşü olan devlet müdahaleciliğiydi. Böylece devlet sosyal hayatta harcamaları artıracak, istihdamı artıran uygun para ve maliye politikası kullanacaktı. 

Türkiye 1930’lu yıllarda devletçilik politikasını izliyordu ve ithal ikamesi uygulamaya başladı. Böylece ithal edilen mallara kota ve yüksek vergi oranları koyuyordu. İthal edilen malın yerli sanayi tarafından üretilmesini zorunlu kılıyordu. Bu cari açığı dizginliyordu.  Bunun yanı sıra 2. dünya savaşı sırasında alınan vergiler ülkede kaygı ve güvensizlik inşa etmişti. Ülkedeki az sayıda olan memur ve maaşlı çalışanlar savaş yıllarındaki yüksek enflasyon ve vurgunculuk ortamından olumsuz etkilenmişlerdi. Böylece 20 yıldan fazla süre iktidarda olan tek parti yönetimine, tarıma ve özel sektöre daha fazla önem verilmesi gerektiğini savunan muhalefet ortaya çıkmaya başladı. CHP içindeki bu muhalif grup 1946 yılında Demokrat Parti’yi kurdu.  Bu kurulan yeni parti kırdan kente birçok kişinin ilgisini çekiyordu. DP’nin iki temel arzusu dikkat çekiyordu: Özel sektörü öne çıkaran ve yabancı sermayeye davet çıkaran liberal bir anlayış ve tarıma ağırlık veren bir kalkınma stratejisi. Parti sloganı daha sonraları “her mahallede bir milyoner yaratmak” şeklinde oldu. DP döneminde ekonomide gerçekleştirilen en önemli değişiklik tarımsal araç, makine ve traktör ithalatının desteklenmesiydi. Böylece tarımda makineleşme arttı.

Kore savaşı sırasında ABD’nin tarım ürünleri stoklamasıyla Türkiye’nin dış ticaret hadleri 1948-1953 yılları arasında yaklaşık %50 kadar iyileşmişti. Savaş bitiminde ve birçok nedenle(hava koşulları vb.) Türkiye ekonomisi tersine döndü. Tarıma dayalı büyüme sürdürülemez oldu, zaaflar ortaya çıktı. DP hükümeti tarımsal gelirlerin düşmesinin önüne geçmek için tütünde yüksek fiyatlarla destekleme alımları devreye soktu. Bu alımlar Merkez Bankası(MB) tarafından geri ödenemeyecek kredilerle finanse ediliyordu. Parasal genişleme ile enflasyon dalgası oluştu, döviz rezervleri tükendi. Bu olanlardan sonra DP iktisadi liberalizmden vazgeçti. Ekonomiye devlet müdahalesi arttı. TR döviz bulamaz oldu. 1958’de TL’yi devalüe etti ve kur dolar karşısında 2.80 liradan 9 liraya düştü. ( Tek parti dönemindeki denk bütçe ve sağlam para politikasını hatırlarsak DP’nin 1950’lerin ortalarında başlattığı makroekonomi politikalarının TR’deki ilk popülizm denemesi olarak nitelendirmek hata olmaz.) Bu bağlamda DP’ye gelen eleştirilerin çoğu günü kurtarma politikaları izlemeleriydi. 

27 Mayıs darbesi sonrasında askeri rejim boşluğu kapatmak için Devlet Planlanma Teşkilatı’nı(DPT) kurdu. DPT böylelikle kamu sektörünün yanında özel sektörü destekleyecek yani piyasanın eline bırakmayacaktı. 

1960’lara gelindiğinde devlet karma ekonomiye geçmişti. Bu yıllarda Ereğli Demir-Çelik ve Petkim gibi kamu kuruluşları kurulmuştu. 1960’larda hızlı toparlanan Batı Avrupa ülkeleri TR’den işçi talep etmeye başladılar. Böylece TR’de işsizlik azalıyor, göç edeler ailelerine döviz gönderiyor ve TR’nin ödemeler dengesindeki sorunları yumuşatıyordu ve böylece ithalatı kolaylaştırıyordu. 1960’lı yıllarda yapılan yatırım harcamaları iç tasarruflarla ve yurtdışındaki işçilerin TR’ye gönderdiği dövizlerle finanse edildi. Tabi bu durum 1970’lerde ödemeler dengesinde büyük sorun yaratmaya başlamıştı. TL yine devalüe edildi. Kur dolar karşısında 9 liradan 15 liraya düştü.

ABD’nin Bretton Wood’sta aldığı doların altın karşısında sabitlenmesi(altın standardı) kararı Vietnam savaşının vb. sebepler yüzünden sürdürülemez hale geldi. Ve 1971 yılında bu standart koptu. Bu sırada tüm dünyayı etkileyecek yeni gelişmeler meydana geldi. İsrail, Suriye ve Mısır’la olan savaşı ABD ve diğer bazı Avrupa ülkelerinin desteklemesiyle OPEC ülkeleri bir araya gelerek petrol varil fiyatını 4-5 kat artırdılar ve 1973’te petrol krizi meydana geldi. TR bu sıralarda tüketimini azaltmadı. İşçi dövizlerinin azalmasıyla da dış borçlar artmaya devam etti.

1975 yılında döviz rezervlerinin erimeye başlamasıyla Demirel hükümeti yapısal reformlar yapmak yerine yüksek faizle ve olumsuz koşullarda kısa vadeli borçlanma uygulamasını başlattı. Bu dönemde TL yabancı paralar karşısında daha değerliydi. Ve devlet bu borçlanmalarına hazine garantisi getirdi. Bundan fazla kar eden yabacı ülkeler yüksek faizle borç vermeye devam ettiler. Böylece kamu kesimi yüksek borç altına girmeye devam etti.

1977 yılının ortalarına gelindiğinde kısa vadeli borç birikmiş ve ödenemez hale gelmişti. Süleyman Demirel bile o dönemi  ”70 sente muhtaç” duruma geldiğimizi söylüyordu. 1970’lerde başlayan krizin en büyük neden siyasal istikrarsızlık ve onun yönettiği iktisat politikalarıydı. Bu dönemde tarımda yeni gelişmeler yaşandı. 1930 yılında devletçilik ilkesiyle devlet yeni toprakları açarak tarım üretimini artırmıştı.. 1960’lı yıllarda yeni toprak açmak yetmiyordu, verimlilik artışı gerekliydi. Böylece 1970’lerde traktör ithal sayısında artış yaşandı, verimlilik arttı. ( 1960’larda 10000’den 1980’lerde 420000’e)

2. Dünya savaşının sona ermesinden 1973 yılındaki petrol krizine kadar dünya ekonomisi tarihindeki en güçlü büyümeyi ve gelir artışını yakaladı. 2. Dünya savaşı sonrası TR tarıma dayalı büyümeyi sürdürmeye devam etti. Daha sonra gelişen ülkeleri örnek alarak ithal ikamesiyle sanayileşme stratejisine geçildi.

TR 1950’lerin ortalarında ve özelikle de 1970’lerin ikinci yarısındaki krizlere karşın, TR ekonomi   tarihinde en yüksek büyüme hızlarına 1950-1980 döneminde ulaştı. 1980’den sonra ise Neoliberal politikalar izlemeye başladı.

Not: Bu makalede ele alınan konu genel olarak Şevket Pamuk’un "Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi" kitabı ve kendi yorumumun kitaba paralel harmanlanmasıyla oluşturulmuştur. Ayrıca makalede ki bazı araştırmalara ait sayısal bilgiler kitaptan birebir alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder