1944 yılında ABD’nin Bretton
Wood’s kasabasında toplanan bir konferansta yeni liberal düzen tartışılmaya
başlandı. Bu konferansta serbest ticareti özendiren, uluslararası ticareti
destekleyen ama uluslararası sermaye hareketlerini denetim altında tutacak bir
düzen hedefleniyordu. Bu düzenin merkezinde şüphesiz ki Amerikan dolarını baz
alan sabit kur rejimiydi(Altın standardı). Aynı zamanda, bu toplantıda uluslararası bir
para fonu(IMF) ve bir dünya bankası kurulmasına karar verildi. Tabi bu
sıralarda ülke ekonomisinin geleceği için birçok iktisatçının görüşü vardı.
Bunlardan biri ve en önemlisi Keynes’in görüşü olan devlet müdahaleciliğiydi.
Böylece devlet sosyal hayatta harcamaları artıracak, istihdamı artıran uygun
para ve maliye politikası kullanacaktı.
Türkiye 1930’lu yıllarda
devletçilik politikasını izliyordu ve ithal ikamesi uygulamaya başladı. Böylece
ithal edilen mallara kota ve yüksek vergi oranları koyuyordu. İthal edilen
malın yerli sanayi tarafından üretilmesini zorunlu kılıyordu. Bu cari açığı dizginliyordu. Bunun yanı sıra 2. dünya savaşı sırasında
alınan vergiler ülkede kaygı ve güvensizlik inşa etmişti. Ülkedeki az sayıda
olan memur ve maaşlı çalışanlar savaş yıllarındaki yüksek enflasyon ve
vurgunculuk ortamından olumsuz etkilenmişlerdi. Böylece 20 yıldan fazla süre
iktidarda olan tek parti yönetimine, tarıma ve özel sektöre daha fazla önem
verilmesi gerektiğini savunan muhalefet ortaya çıkmaya başladı. CHP içindeki bu
muhalif grup 1946 yılında Demokrat Parti’yi kurdu. Bu kurulan yeni parti kırdan kente birçok
kişinin ilgisini çekiyordu. DP’nin iki temel arzusu dikkat çekiyordu: Özel
sektörü öne çıkaran ve yabancı sermayeye davet çıkaran liberal bir anlayış ve
tarıma ağırlık veren bir kalkınma stratejisi. Parti sloganı daha sonraları “her mahallede bir milyoner yaratmak”
şeklinde oldu. DP döneminde ekonomide gerçekleştirilen en önemli değişiklik
tarımsal araç, makine ve traktör ithalatının desteklenmesiydi. Böylece tarımda
makineleşme arttı.
Kore savaşı sırasında ABD’nin
tarım ürünleri stoklamasıyla Türkiye’nin dış ticaret hadleri 1948-1953 yılları
arasında yaklaşık %50 kadar iyileşmişti. Savaş bitiminde ve birçok nedenle(hava
koşulları vb.) Türkiye ekonomisi tersine döndü. Tarıma dayalı büyüme
sürdürülemez oldu, zaaflar ortaya çıktı. DP hükümeti tarımsal gelirlerin
düşmesinin önüne geçmek için tütünde yüksek fiyatlarla destekleme alımları
devreye soktu. Bu alımlar Merkez Bankası(MB) tarafından geri ödenemeyecek
kredilerle finanse ediliyordu. Parasal genişleme ile enflasyon dalgası oluştu,
döviz rezervleri tükendi. Bu olanlardan sonra DP iktisadi liberalizmden
vazgeçti. Ekonomiye devlet müdahalesi arttı. TR döviz bulamaz oldu. 1958’de
TL’yi devalüe etti ve kur dolar karşısında 2.80 liradan 9 liraya düştü. ( Tek
parti dönemindeki denk bütçe ve sağlam para politikasını hatırlarsak DP’nin
1950’lerin ortalarında başlattığı makroekonomi politikalarının TR’deki ilk popülizm denemesi olarak
nitelendirmek hata olmaz.) Bu bağlamda DP’ye gelen eleştirilerin çoğu günü
kurtarma politikaları izlemeleriydi.
27 Mayıs darbesi sonrasında
askeri rejim boşluğu kapatmak için Devlet Planlanma Teşkilatı’nı(DPT) kurdu.
DPT böylelikle kamu sektörünün yanında özel sektörü destekleyecek yani
piyasanın eline bırakmayacaktı.
1960’lara gelindiğinde devlet
karma ekonomiye geçmişti. Bu yıllarda Ereğli Demir-Çelik ve Petkim gibi kamu
kuruluşları kurulmuştu. 1960’larda hızlı toparlanan Batı Avrupa ülkeleri TR’den
işçi talep etmeye başladılar. Böylece TR’de işsizlik azalıyor, göç edeler
ailelerine döviz gönderiyor ve TR’nin ödemeler dengesindeki sorunları
yumuşatıyordu ve böylece ithalatı kolaylaştırıyordu. 1960’lı yıllarda yapılan
yatırım harcamaları iç tasarruflarla ve yurtdışındaki işçilerin TR’ye
gönderdiği dövizlerle finanse edildi. Tabi bu durum 1970’lerde ödemeler
dengesinde büyük sorun yaratmaya başlamıştı. TL yine devalüe edildi. Kur dolar
karşısında 9 liradan 15 liraya düştü.
ABD’nin Bretton Wood’sta aldığı doların
altın karşısında sabitlenmesi(altın standardı) kararı Vietnam savaşının vb.
sebepler yüzünden sürdürülemez hale geldi. Ve 1971 yılında bu standart koptu.
Bu sırada tüm dünyayı etkileyecek yeni gelişmeler meydana geldi. İsrail, Suriye
ve Mısır’la olan savaşı ABD ve diğer bazı Avrupa ülkelerinin desteklemesiyle OPEC ülkeleri bir araya gelerek petrol
varil fiyatını 4-5 kat artırdılar ve 1973’te petrol krizi meydana geldi. TR bu sıralarda tüketimini azaltmadı.
İşçi dövizlerinin azalmasıyla da dış borçlar artmaya devam etti.
1975 yılında döviz rezervlerinin
erimeye başlamasıyla Demirel hükümeti yapısal
reformlar yapmak yerine yüksek faizle ve olumsuz koşullarda kısa vadeli
borçlanma uygulamasını başlattı. Bu dönemde TL yabancı paralar karşısında daha değerliydi.
Ve devlet bu borçlanmalarına hazine
garantisi getirdi. Bundan fazla kar eden yabacı ülkeler yüksek faizle borç
vermeye devam ettiler. Böylece kamu kesimi yüksek borç altına girmeye devam
etti.
1977 yılının ortalarına
gelindiğinde kısa vadeli borç birikmiş ve ödenemez hale gelmişti. Süleyman
Demirel bile o dönemi ”70 sente muhtaç” duruma geldiğimizi
söylüyordu. 1970’lerde başlayan krizin en büyük neden siyasal istikrarsızlık ve
onun yönettiği iktisat politikalarıydı. Bu dönemde tarımda yeni gelişmeler
yaşandı. 1930 yılında devletçilik ilkesiyle devlet yeni toprakları açarak tarım
üretimini artırmıştı.. 1960’lı yıllarda yeni toprak açmak yetmiyordu,
verimlilik artışı gerekliydi. Böylece 1970’lerde traktör ithal sayısında artış
yaşandı, verimlilik arttı. ( 1960’larda 10000’den 1980’lerde 420000’e)
2. Dünya savaşının sona
ermesinden 1973 yılındaki petrol krizine kadar dünya ekonomisi tarihindeki en
güçlü büyümeyi ve gelir artışını yakaladı. 2. Dünya savaşı sonrası TR tarıma
dayalı büyümeyi sürdürmeye devam etti. Daha sonra gelişen ülkeleri örnek alarak
ithal ikamesiyle sanayileşme stratejisine geçildi.
TR 1950’lerin ortalarında ve
özelikle de 1970’lerin ikinci yarısındaki krizlere karşın, TR ekonomi tarihinde en yüksek büyüme hızlarına
1950-1980 döneminde ulaştı. 1980’den sonra ise Neoliberal politikalar izlemeye
başladı.
Not: Bu makalede ele alınan konu genel olarak Şevket Pamuk’un
"Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi" kitabı ve kendi yorumumun kitaba paralel
harmanlanmasıyla oluşturulmuştur. Ayrıca makalede ki bazı araştırmalara ait
sayısal bilgiler kitaptan birebir alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder